Çekiç, örs, rende, testere, kerpeten… El aleti dediğimiz şey sadece malzemeyi değil; geleceği de şekillendirir. Hep aynı kalsa, çekiç matkaba dönüşmezdi mesela ya da dokuma tezgahı, büyük bir tekstil fabrikasına… Ama biz buralarda yokken ve sanayi devriminin henüz parçası değilken, coğrafyamızda el aletleri vardı. O aletler ve bir şeyleri mükemmelleştirme çabasında olan ustalar sayesinde bugünü yaşıyoruz. Sabırla ve özenle kurduğu El Aletleri Müzesi’nin kapısını TT Magazin’e açan Kanca El Aletleri A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Alper Kanca,  müzeyi gezdirirken “Geçmişe saygı” diyor. Dünü anlamanın bugünü yaşamak kadar önemli olduğunu belirten Kanca, bilhassa gençler olmak üzere sanayinin içinde olan herkesi böyle teknik müzeleri gezmeye davet ediyor. 

Koleksiyonculuk kültürünüz nereden geliyor?

Posta pulları, tebrik kartları ve ilginç sigara kutularını saklama alışkanlığım vardı. Demek ki bugün de değer verdiğim koleksiyonculuk hevesi çocukluk yıllarıma dayanıyor. 20’li ve 30’lu yaşlarda yurt dışında ziyaret ettiğim fabrikalarda; kendi şirketlerinin geçmişini gösteren çeşitli küçük sergi odaları, müzeler görürdüm. Kendime “Biz kendi ülkemizde neden yapmıyoruz” diye sorar dururdum. 

Bu müzenin el aletlerine yönelik olması Kanca Şirketi için de tesadüf olmasa gerek… 

Coğrafyanın ülke için kader olması gibi aile de insan için kader olabilir.  Trabzon Sürmeneliyim. Babam sanayici, dedem de zanaatkardı. Çocukluğumdan bu yana etrafımda hep alet vardı. Alışkanlıktan dolayı ve üretim sevgisinden kaynaklı “en yakın” bildiğim el aletlerini toplamaya başladım. Biz Türkler modern şehir hayatında aleti az kullanıyoruz ama bir zamanlar, eski diye bir köşeye atılan bu aletlerle üretiliyordu her şey… 

Kanca El Aletleri Müzesi de böyle mi ortaya çıktı? 

Yurt dışındaki fabrikaların tarih konusundaki bu hassasiyeti, koleksiyonculuğa yönelik içimde ukde bırakmıştı. Halbuki Anadolu olarak biz, hem tarih hem arkeolojik bulgu açısından daha zenginiz. Dünyanın hayranlıkla ziyaret ettiği camiler, köprüler, medreselerimiz var. Bezenerek yapılmış mobilyalar, ev eşyaları, sanat eserleri var. Geçmişte bu eserleri imal etmek için her alanda kullandığımız aletler, üretkenliğin ve zanaatkarlığın ta kendisi… Bugün geçmişimizde gurur duyduğumuz ne yaptıysak bu aletlerle yaptık. “Alet işler, el övünür” diye bir atasözümüz bile var. İnsan ne iş yaparsa yapsın, araç gereç olmadan başarılı olamazdı. Bu fikirlerin tümü, ülkemizde ilk ve tek olan el aletleri müzesinin temelini oluşturdu. 

Bu müzeyi hayata geçirirken yalnız değildiniz. Bu projede size eşlik eden koleksiyoner Bayram Çiçek’i de anlatabilir misiniz?

Bayram Çiçek ile 30 yılı aşan bir dostluğumuz var. Öğrenciliğimizden beri arkadaşız ve profesyonel iş hayatının içinde olmasının yanı sıra önemli bir koleksiyonerdir. Bayram Çiçek olmasaydı bu müze de olmazdı. Eski eşya ve antika satan yerler çok… 

Çukurcuma antikacıları, Üsküdar, Balat… Hangi semtte ne kadar çevresi varsa devreye soktu ve tek tek ziyaret etti. Her bir aleti eline aldı, inceledi. Bayram Çiçek, bu müzenin parçalarını bir araya getirmek için neredeyse bütün Türkiye’yi gezdi. Ayrıca engin bilgisiyle aletlerin hikayesini o kadar iyi anlatıyor ki İlber Hoca’dan (Ortaylı) tarihi bir konuyu dinler gibi hissediyorsunuz.

Bu koleksiyonu hazırlamaya başladıktan sonra eserleri bulma serüveniniz nasıl geçti, enteresan şeyler yaşadınız mı? Ya da çevreniz size destek oldu mu? 

Sağda solda adeta “atılmış şeylerin” arasında, yığınların altında bulduk el aletlerini. Bazı parçaların ilginç hikayesi var. Mesela biri, 1900’lü yıllarda Trabzon Sürmene’den Rusya’ya gitmek zorunda kalan bir köylümüzün kendi elleri ile yaptığı marangoz rendeleri… Bolşevik Devrimi sonrasında Rusya’da kalıyorlar. Sibirya’ya sürülüyorlar. Sonra Kazakistan’a gönderiliyorlar. Yani film gibi bir hayat aslında… Ve 50 yıl sonra babam ve dedem, kendisiyle bağlantı kurarak ve o zamanki Sovyet Yönetimini adeta taciz ederek ülkesine dönmesini sağladı. Kazakistan’dan gelen ve adını Enver koydukları küçük çocuk,  artık 70 yaşına yaklaştı ve şirketimizde 40 yılını kutladı. İşte Enver Usta’mız dedesinin Rusya’daki sürgün yıllarından yadigar, Türkiye’ye getirdiği o rendeleri müzemize getirdi. Böylece ilginç serüveni olan ile aletler de müzede yerini aldı. Her parçanın ortak özelliği: Bir geçmişinin, hikayesinin olması… El aletleri oldukları için her birinin işlevi, görevi vardı. “Bu işi yapıyoruz, El Aletleri Müzesi kuracağız ” diyerek fikri açtığım herkes destek oldu, sonuçta ciddi bir maddiyatın yanı sıra bir gönül ve emek işi… 

Neredeyse bir servet…  

Evet ama bir yandan da “geçmişe saygı” meselesi, maddiyattan daha değerli. Bu aletler insanlar tarafından teknolojik imkansızlıklara rağmen el emeğiyle üretildi. İş yapabilmek, üretebilmek, hayatı kolaylaştırmak için… Üzerlerindeki işlemeyi, motifleri ve incelikleri gördüğünüzde sadece el aleti değil; birer sanat eseriyle karşı karşıya olduğunuzu anlayabilirsiniz. İnsanlar, bu el aletlerini birer uzuv gibi görüp güzelleştirmek için çabalamışlar. Elbette bunu göz önüne alınca hayran kalıyoruz. 

Müzedeki aletlerin geçmişi hangi yüzyıla dayanıyor?

Geçmişi 14. Yüzyıl’a uzanan aletlerimiz de var, 50 yıl önceye uzanan da…  Müzedeki aletlerimiz metal, ahşap ve ahşap-metal karışımlı parçalardan oluşuyor. Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet döneminin yansımalarını taşıyan 1500 kadar parça mevcut. 

Bu koleksiyonun içinde bir de tanıklık var, el aletleriyle başlayan zanaatın gelişimine olan tanıklık, günümüz teknolojisine yönelik bir hayret ve geleceğe yönelik merak… Sizce gelecekte günümüz teknolojileri için de bir müze yaparlar mı? Gelecekle ilgili fikirleriniz neler? 

Müzede basit bir tornadan; çekice, tokmağa, bıçağa, baltaya, kadar pek çok el aletiyle karşılaşacaksınız. Her bir parça insanın üretimde çalışabilmesi, bir şey ortaya çıkarması için var. Her biri bu coğrafyanın ustalarının imzası niteliğinde… Ve bu aletlerdeki değişim ve gelişimin; insanı teknolojiye adım adım nasıl yaklaştırdığını gözlemleyebilirsiniz. Her parça, geçmişteki insanların bilgisi, kültürü ve yaşam tarzı hakkında ipucu veriyor. Yani “ilerleme” dediğimiz şey yalnızca bu zamana ait değil… İşte bunu görebilmek çok önemli: Geçmişi anlamak ve bugün nerede olduğumuzu görmek ve geleceğin neler getireceğini düşünmek çok önemli… Günün birinde bugünkü üretim biçimimiz de bir müze olacak. Gelişim ve değişim, ilerleyen yaşam için kaçınılmaz.

Müzeye ne kadar sıklıkla uğruyorsunuz?

Günde en az bir kez uğruyorum. Yeni bir parça gelecek olduğunda heyecanla bekliyorum ve bu heyecanı da kolay kolay yitireceğimi sanmıyorum. Her yeni parçada hayret etmek ve hikayesine yönelik merak hissetmek paha biçilmez. İsterim ki bu müzeye gençler daha sık uğrasın ve geçmişe saygı, üretim ve emek kavramlarına ilişkin bir farkındalık yaratalım. Özellikle yurt dışından gelen yabancı misafirlerimize müzeyi mutlaka gezdiriyoruz. Üretimin gelişimi hakkında izlenim edinmelerini sağlamak ve bu coğrafyadaki medeniyet seviyesini anlamalarını görmek de gurur verici…